7 Kasım 2007

Breh Breh... AKP'nin PKK tutumu (Yılmaz Özdil)

Breh breh...

Şırnak’ta 12 sivil katledildi...
"Kimseye pabuç bırakmayız!"

Şırnak’ta 13 asker şehit...
"Rüzgár eken fırtına biçer!"

Hakkári’de 12 asker şehit...
"Bedeli neyse öderiz, ödetiriz!"
"Hevesleri kursaklarında kalacak!"

Tezkere...
"İnce eleyip sık dokuyoruz!"

Barzani’ye...
"Boş laflara karnımız tok!"

Talabani’ye...
"Herkes ayağını denk alsın!"
"Sözün bittiği yerdeyiz!"

DTP’ye...
"Bindiğin dalı kesme!"

CHP’ye...
"Elini taşın altına koy!"

MHP’ye...
"Bin düşünür, pir adım atarız!"

İngiltere’ye giderken...
"İnceldiği yerden kopsun!"

Oxford’da...
"Sabır taşımız çatlamıştır!"

Romanya’dan dönerken...
"Günah bizden gitti!"

AKP toplantısında...
"Bıçak kemiğe dayandı!"

Rice gelmeden önce...
"Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz!"

*
ABD’ye bi indi...
"Pozitif duygular içindeyim."

YILMAZ ÖZDİL 6 Kasım 2007

4 Ekim 2007

Evlilik Üzerine Özdeyişler...

Evlendikten sonra erkek ve kadın, yazı-tura gibidir; asla yüz yüze
gelmezler, ancak hep beraberdirler.

İyi bir eşiniz olursa mutlu olursunuz. Eşiniz kötü olursa filozof olursunuz..

Hemant Joshi: Her durumda evlenin.

Socrates: Kadınlar bize her zaman büyük hedefler gösterir, ve onlara
ulaşmamızı engeller.

Dumas: Hiç yanıtlayamadığım en büyük soru şu olagelmiştir: 'Bir kadın ne ister?'

Sigmund Freud: Karıma bazı sözler etmişimdir, o da bana bazı paragraflarla cevap vermiştir.

Anonim: Bazı kişiler uzun evliliğimizin sırlarını sorarlar; Biz haftada iki kez restorana gideriz. Biraz mum ışığı, akşam yemeği, hafif müzik ve dans... O salı günleri gider, ben cuma.'

Henny Youngman: Terörizm beni hiç endişelendirmez. İki yıldır evliyim.

Sam Kinison: Fon transferi için elektronik bankacılıktan hızlı tek yol vardır ve buna evlilik adı verilir.

James Holt McGavran: Her iki karımla da talihim kötü gitti. Birincisi beni terketti, ikincisi terketmedi.

Patrick Murray: Evliliğinizi iyi götürmek istiyorsanız;
1) hatalı olduğunuzda itiraf edin,
2) haklı olduğunuzda susmayı bilin.

Nash: Karınızın doğum gününü unutmamanızın en iyi yöntemi, bir kez unutmanızdır.

Anonim: Evlenmeden önce ne yaptım, biliyor musunuz? İstediğim her şeyi..

Henny Youngman: Karımla ben 20 yıl çok mutlu yaşadık. Sonra da tanıştık.

Rodney Dangerfield: İyi bir kadın, kendisinin yaptığı her hatasında kocasını affedendir.

Milton Berle: Evlilik, kişinin düşmanıyla yattığı tek savaş şeklidir.

Anonim: Adamın biri evlenecek kadın aradığı ilanını verir. Ertesi gün aynı mesajı ileten yüzlerce mektup alır: 'Benimkini alabilirsin'.

Anonim: Birinci adam (iftiharla): 'Benim karım bir melek!'
İkinci adam: 'Çok şanslısın, benimki hala yaşıyor'

GÜLMEK İSTEYEN TÜM ERKEKLERE VE İYİ BİR ESPRİ ANLAYIŞINA SAHİP TÜM HANIMLARA…

-- En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. MESNEVİ

17 Ağustos 2007

Bu şiir çok güzelmiş...

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar...

Geçti, istemem gelmeni ,
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar....
Necip Fazıl

Son dörtlük için Ebru'ya teşekkür ederim.. :)

AB'ye girelim de nasıl girersek girelim (mi?)

Cstwertskst şehrinde Marichelli Borboie adında ihtiyar bir kız vardı. Sofuluğuyla, kız oğlan kız oluşuyla, yaptığı hayır işleriyle ün kazanmıştı. Kafasını tek bir şeye takmıştı. Öbür dünyada Aziz Pierre'nin elini sıkarak cennete girmek istiyordu.
Fakat Tanrı, bayan Borboie'nin sabrını sınamak için olsa gerek onun başına bir bela gönderdi. Yetim kalan yeğini Bobillas, bayan Borboie'nin hayatını zindan eyledi. Bu dinsiz, imansız haylaz çocuk, sarhoşluğu, kavgaları, kötü kadınlara düşkünlüğü, iyi kadınları iğfal etmesi ile Cstwertskst şehrinin baş belası oldu.Derken efendim, ülkesinin karıştığı bir savaş, bayan Borboie'ye yeğeninden kurtulmak için bir fırsat yarattı. Yeğenini askere gönderecekti. Bobillas'ı süvari birliğine yazdırdı. Atına bindirip cepheye yolladı.Bobillas askere gideli altı ay olmuştu. Poldev orduları sınırda savaşırken bir salgın hastalık Cstwertskst şehrini kasıp kavurdu.
Bayan Borboie hastalığa ilk yakalananlardan biri oldu. Ölümünü sükunla karşıladı. Malını mülkünü kiliseye bağışladı. Tanrının adını anarak öldü. Haber şehre yayıldığında herkes ihtiyar kızın o akşam yemeğini cennet melekleriyle birlikte yiyeceğinden emindi.
Tek hedefe kilitlenmek kötü
Bayan Borboie, bu dünyada gözünü kapayıp, öbür dünyada açınca, gök kapıları'nda tuhaf bir manzara ile karşılaştı. Savaşta şehit olan askerleri cennete öncelikle aldıklarından siviller aylardır cennet kapısı önünde bekleşiyordu. Kalabalığı yararak ve de askerlerin arasına karışarak birkaç defa kapıya kadar ulaşıp, kapıdaki meleklere:
"- Beni tanımadınız mı? Ben Bayan Borboie'yim...
Yaşım altmışsekiz. Hâlâ bakireyim. Elime erkek eli değmedi. Tanrı ve kilise ne buyurdu, ne istedi ise yaptım. Benden istenip de yapmadığım bir şey kalmadı..." Cennete ben girmeyeceğim de kim girecek, şeklinde yakarmaları hiçbir sonuç vermedi.
Kapının önünde sıra beklemeye başladı. O beklerken sıra sıra cennete giren askerleri izledi. Kahroldu. Günler, aylar geçti...
Bir gün birden irkildi. Önünden geçen atlıların biri, ciğeri beş para etmez yeğeni Bobillas değil miydi? İsyan edercesine atlılara doğru atıldı:
İhtiyar kadın anlamadı
Hey, sefil herif... Şerefsiz haydut... Sen de mi cennete giriyorsun? Hem de ben burada, kapının önünde günlerdir, aylardır beklerken...
Bobillas, ihtiyar kadını gördü:
Ağlama, seni de sokarım cennete dedi. Belinden kavradığı gibi atının arkasına oturttu.
İhtiyar kadın ne olduğunu anlayamadan cennetin kapısına geldiler. Aziz Pierre, askerin atının terkisindeki yaşlı kadını gördü:
Hey asker, durun bakalım... Atın terkisindeki bu kadın da kim oluyor? O giremez!.. diye bağırdı.
İhtiyar kadın korkusundan ne yapacağını şaşırmış, tam anlamıyla çökmüştü. Nerede ise attan düşecekti. Süvari Bobillas, üzengilerinin üzerinde hafifçe doğruldu. Kalpağını çıkararak Aziz Pierre'yi selamladı:
Alayın orospusudur, efendim!
Ha pekala.. Alayın orospusu ise mesele yok... Geçin...
Bayan Borboie, bu muazzam alçalışı, bir hıçkırık içinde sineye çekti. Bir "bakire" ve de "Tanrı'nın sevgili kulu" olarak giremediği cennete, "alayın orospusu" olarak girmişti... Ne yapabilirdi ki... Burada niçinler, nasıllar hiçbir anlam taşımıyordu...
Alınganlık gereksiz
Bu hikâyeyi, Varlık Yayınları tarafından 1956 yılında bastırılan 1 TL fiyatla satılan "Marcel Ayme"nin "Duvargeçen" isimli hikâye kitabında okumuştum. Daha önce başka olaylar nedeniyle de okuyucularıma aktardığım bu hikâyeyi bugün ekonomi sayfasında yayımlamamın bir nedeni var. "Çok bekledik, çok fedakârlık ettik... Alınganlık göstermeye ve de dert etmeye gerek yok... AB'ye bir an önce girelim de nasıl girersek girelim" havasının ağır bastığı şu günlerde hikâyeyi sayın okuyucularıma hatırlatmak istedim. guras@milliyet.com.tr
03/10/2005
http://www.milliyet.com.tr/2005/10/03/yazar/uras.html

13 Ağustos 2007

3 günlük Cide gezim...

8-11 Ağustos arasında memleketim Cide'yi 1 yıl aradan sonra ziyaret etme fırsatı buldum.
Daha gider gitmez sıcaktan kavrularak cilt tabakama biraz zarar verdim salak gibi! :p
Ama çoook uzun bir aradan sonra Karadeniz'in azgın dalgalarıyla boğuşma fırsatı bulmuştum ve bu güneşten kavrulmaya değerdi... ;)
En sevdiğim meyvelerin başında gelen böğürtlen topladım ve yedim.
Çarşı'daki Cuma pazarına gittim ve güzel sayılabilecek bir kaç foto da orada çektim. Ayrıca Gideros ve Köpek burnu'nu da ihmal etmedim. Gideros'taki çekimler aceleye geldiğinden buraya konulacak kadar güzel yok gibi neredeyse.
Bir kaç akraba ziyeretini de araya sıkıştırıp İstanbul'a keşmekeş, ömür törpüsü, susuz, nemli ve sıcak yuvama döndüm!
Neyse sizlere bir miktar fotoğraf (düzeltme için Ebru hanım'a teşekkürler) izlettireyim:

31 Temmuz 2007

Anladım... (Can Yücel' den bir harika)

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım.
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım.
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım.
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım.
Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım.
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım.
Fakat, hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım.
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım.
''Sana ihtiyacım var, gel!'' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım.
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım.
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım.
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım.
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış.
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım.
Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım.
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
Can Yücel

23 Temmuz 2007

Sevgi üç türlüdür...

Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. "Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor.

- "Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?" diye soruyor...Sonra anlatmaya başlıyor:

- "Sevgi üç türlüdür!.."

Birincinin adı "Eğer" türü sevgi!.. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar..

Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi.. Karşılık bekleyen sevgi.. "Sevenin,istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar..

- "Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi, karşılığı bir şey kazanmaktır." Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde de, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor.

Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın" diyor. Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. "Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı" diyor yazar..

- "Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!.." İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.. "Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome.. İlginç değil mi?..

İkinci türe geçiyoruz: "Çünkü" türü sevgi... Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi, birşey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır".

Örnek mi?.. "Seni seviyorum". Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)" "Seni seviyorum". Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.." "Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..

- " Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır.

Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.

Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.

"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor, Toyotome.. "Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor.

Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.. Birincisi.. "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu.. Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri.. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği.."İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse" korkusu buradan doğar. İkincisi de.. "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.

Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı.. Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını.. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş..

Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür" diyor..

Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.."Ve işte sevgilerin en gerçeği!.

* * * "Üçüncü tür sevgi benim 'Rağmen' diye adlandırdığım türdür" *** diyor yazar.

Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için "Eğer" türü sevgiden farklı bu.. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgide değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Birşey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir. Güzelliğe bakar mısınız?.. Rağmen sevgi..

Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen" tapar!.."Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara 'rağmen' sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..

- " Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin?.. Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. Şu soruma cevap verin" diyor.

- "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?.. Kendi kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?.." Devam ediyor Toyotome..

- "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?."

- "Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor:

- "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Rağmen" sevgiyi.. "Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır."

Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor..

Anlatıyor..
Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir.
Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar.. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.. Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda..

"Dünyadaki en büyük kıtlık, 'rağmen' türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."

Can Dündar'dan bir yazı (güzel güzel)

O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa... dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O... her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa... eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız... kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız... O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine... uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız... kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla... ...o halde bugün sizin gününüz!.."Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz

Can DUNDAR

10 Haziran 2007

Yine Kadınlar! (Taktım mı ne?) :D

Yapılan bir savaşta ünlü kral Arthur maalesef esir düşer. Karşı tarafın kralı bu büyük şahsı affedebileceğini ancak bir şartı olduğunu öne sürer. Kendisine bir soru soracaktır. Eğer Arthur soruya doğru cevap verebilirse hayatı kurtulacak aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi için 1 sene süresi vardır.
Soru aynen şöyledir: KADINLAR NEİSTERLER?
Bu soru tabi ki dünyanın en zor sorusu. Ancak kralın fazla bir tercih şansı yoktur. Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilirkişilere danışır ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz. Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir. Artık en son güngelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider. Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır. Cadı cevap karşılığında Arthur'un yakın arkadaşı, en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir. Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar ve krala koşup hiçbir şeyin Arthur'un hayatından daha önemli olamayacağını söyler ve cadıdan cevabı alırlar.
"KADINLAR HER ZAMAN KENDİ ÖZGÜR İRADELERİYLE KARAR ALMAK İSTERLER"
Evet kesinlikle doğru olan bu cevap sayesine kralın hayatı kurtulur ancak şövalyenin hayatı sönmüştür. Cadı dünyanın en çirkin görünüşlü mahlukatıdır. Yemek yerken kusar, tükürür ve her olumsuz davranışı gösterir. Şovalye ile evlenme gününde bile iğrenç davranışlar göstermiştir. Nihayet şovalye için en kötü an yani gerdek gecesi gelir. Ancaaaakk odaya girdiğinde karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür.
Acayip şaşırır ve sorar. "Sen kimsin?"
Kadın cevap verir. "Ben evlendiğin cadıyım. Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri son derece güzel olurum. Ya da gündüzleri son derece güzel veya geceleri son derece çirkin olurum. Nasıl gözükeceğimesen karar vereceksin".
Şovalye çok kısa bir süre düşünür. Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı?
Ve şöyle cevap verir. "Nasıl olmak istediğine sen karar ver lütfen. Ben senin her haline karşı saygılıyım".
Cadı bu karar karşısında çok sevinir.
"Sen bana seçme özgürlüğünü verdin ve beni kısıtlamadın şovalyem. Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve saygılı biri olarak gözükeceğim".


Pekiiiii burdan çıkarttığımız sonuç ne? Ben size söyleyeyim isterseniz:
KADINLAR İSTER SON DERECE GÜZEL İSTER SON DERECE ÇİRKİN OLSUN HER ZAMAN CADIDIRLAR!!!...

Erkeklerin Kadınları Mutlu Etme Sırrı

ERKEKLERİN KADINLARI MUTLU ETME SIRRI
Saçlarını okşa, yücelt, şımart, gözlerinin içine bak, geleceğe ait planlar yap, dil dök, yalvar, destek ol, yemeğe götür, Ak merkez’ e götür,tekneye bindir, güldür, zeka oyunları yap, müzik dinlet, teşvik et, teskin et, affet, hayran kal, banyosunu hazırla, güven ver.. kapıyı tut, asansörde kat düğmesine bas, arabasının kapısını aç, ısıt, sarıl, öp, ona hasta ol, kulağına fısılda, ayaklarına masaj yap, televizyonun kumandasını ona ver....
Konsere götür, onu her yerde ve her zaman bekle, tanrıçan yap, onunla birlikte rejim yap, onunla birlikte spor yap, o uyumadan uyuma, o uyanmadan uyanma, ne istediğini önceden anla, günde yedi kez özür dile, sürekli onu dinle, arkadaşlarına katlan, yorganı çekince ses etme, yorganı titretme...
Spor araba al, saat al, yüzük al, küpe al, maçın sesini kıs, tıraş ol,sac seklini değiştir, kareli gömlek giy, serbest piyasa kurallarını unut, köpeği gezdir, yemin et, dayan, katlan, sabret ve en önemlisi bunların hepsini birden her gün yap.

GELELIM KADINLARIN ERKEKLERİ MUTLU ETME SIRRINA,
Eline bir salkım üzüm al, adamın karşısında çıplak yürü..... (Utanç verici!!!) :p

Böyle Yaşamak Harika (Tersten)

Merhaba,

Bir de böyle bakin bakalım..


Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir.
Şüphesiz ki yaşamı tersten yasamak daha güzel hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mı ?

Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.
Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır.
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz.
Ne güzel, hazır maaş, hazır ev...
Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.
Sağlığınız gittikçe düzeliyor..Kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.
Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz..
Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak ise başlıyorsunuz.
Herkes karsınızda el pençe divan...
Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor
Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz
Diğer hormonsal Aktiviteler artıyor, fevkalade.....
Aman ne güzel günler başlıyor...
Derken bir gün patron size artık Üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada Babanız ortaya çıkmış, "fazla çalıştın" diyor "artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun..."
Keyfe bakar misiniz ?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor
Ekmek elden su gölden bir dönem başlıyor.
Partiler, Diskotekler, Kızların sayısı artıyor.
Derken Anne ve Babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık...
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar...
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken Anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
Mama artık her yerde, her an ve en taze seklinde hazır.
Bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama giriyorsunuz.
Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor sıcacık yumuşacık gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
Ve günün birinde müthiş keyifli bir orgazm ile hayatiniz bitiyor....

Nasıl ama; İŞTE YAŞAMAK!!

Yanlış Anlaşılma - Yanlış Anlama (9 İhtimal)

Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız,
Söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği,
Duyduğu,
Anlamak istediği,
Anladığını sandığı,
Anladığı.
arasında farklar vardır...

Kadınlar & Erkekler (Yine)

Kadınlar ve erkekler arasında öyle düşünce farklılıkları var ki sormayın gitsin!

K: Saatlerce öpüşsem bile sıkılmıyorum. Aramızda kuvvetli bir elektrik var
E: Ulan saatlerdir öpüşüyoruz daha ikinci safhaya bile geçemedim.

K:Yanımda kendini iyi hissediyor olmalı. Benimle uyumak istiyor.
E: Nerden geldim buraya yahu. Öylece yatıyoruz. Eve gidip zıbarsam.

K: Onu iki dakika görmek bile bana mutluluk veriyor.
E: Simdi iki dakika için dışarı çık, giyin. Is mi ya bu?

K: Onun için üzülüyorum. Çok çalışıp yoruluyor.
E: Yorgunum demek en iyi çözüm. O zaman bana kıyamaz.

K: Ona her baktığımda kalbim dışarı çıkacakmış gibi oluyor.
E: Daha ne kadar baygın bakmalıyım? Yetmedi mi ya. Artık sevişsek.

K: Ona sarılmak çok hoşuma gidiyor. İyi hissediyorum.
E: Sarılmaktan başka şey bilmez mi bu? Benim daha ne marifetlerim var.

K: Söz vermişti bugün benimle olacaktı. Başına bi şey mi geldi acaba?
E: Ya bundan daha kurtulamadım, bi de git simdi öbür kızla uğraş.

K: Onunla ay ışığında oturmak ne kadar romantik.
E: Burası yeterince sote mi acaba? Gelen giden olur mu ki?

K: Bütün hafta bugünü bekledim. Çok güzel bi gece olacak.
E: Yemekler iyi midir acaba? Daha sevişeceğiz.

K: Aslında duygularını belli etmiyor ama benden çok hoşlanıyor.
E: Bana bağlanırsa vay halime. Hiç uğraşamam valla.

K: Beni güzel bulduğunu söyledi.
E: Acaba vücudu da gözleri kadar güzel midir? Ya değilse.. Yağlı falan Iyyyk!

K: Beni çok istiyor, ben de onu. Daha fazla görüşebilsek keşke.
E: Bir an önce su isi sonuçlandırsak ta ben de bir sonraki hedefime ilerlesem.

K: Onu şımartmak çok hoşuma gidiyor.
E: Haydaa. Şaklaban olduk. İyi mi?

K: Neden birdenbire benden uzaklaştı. Çok sıkıntılı bir dönemde herhalde.
E: Artık anlamıştır umarım beni bir daha aramaz.

K: Aslında onun farklı olduğunu zannetmiştim. Gözümde fazla büyütmüşüm, en iyisi bos vermek. Erkekler hep böyle.
E: Yaa bi hata yaptık galiba, ondan çok hoşlanmışım. İçimde tuhaf bir his var. Tekrar olur mu acaba??????

7 Haziran 2007


Bahane Lügati

Bomba atarak masum insanları öldüren birine ne ad verilir?
- Terörist
Uçaktan bomba atarak masum insanları öldürene ne denir?
- Cesur pilot

Bir Filistinlinin topraklarını işgal etmiş İsraillilere saldırmasına ne ad verilir?
- Terörist saldırı
İsrail uçaklarının kendilerine taş atan çocuklara roketle saldırması nedir?
- Meşru müdafaa

Birisinin evinize silahla girip değerli eşyalarınızı çalması?
- Silahlı soygun
Silahlı kuvvetlerce desteklenen çokuluslu şirketlerin bir ülkenin doğal kaynaklarını çalması?
- Silahtan arındırma...

Zenginden alıp fakire veren?
- Robin Hood
Fakirden alıp zengine veren?
- Amerikan hükümeti

11 Eylül saldırılarında üç binden fazla insanın öldürülmüş olması?
- Katliam
Irak’ta 500 bin çocuğun öldürülecek olması
- Irak halkını zalim diktatörün elinden kurtarma operasyonu.

Çok sayıda insanın öldürülmesini nasıl adlandırıyorsunuz?
- Katliam
148 Amerikan askerine karşı 200 bin Iraklının öldürülmesi?
- Körfez Savaşı

Zengin insanların yoksul insanları sömürmesi?
- Bencillik
Zengin ülkelerin yoksul ülkeleri sömürmesi?
- Küreselleşme.

Melih Aşık'ın 16 Mart 2003 Tarihli Açık Pencere köşesinden
http://www.milliyet.com/2003/03/16/yazar/asik.html
m.asik@milliyet.com.tr

1 Haziran 2007

29 Mayıs 2007

Kadın - Erkek Farkı!

Bir erkeğin hayati nasil karartılır?


1. Versiyon Kadın/Erkek:
Bir erkeğin hayati nasıl karartılır?
Kadın: Saçımı kestireyim mi?
Erkek: Olur.
Kadın: Ama kıyamıyorum.
Erkek: Öyleyse kestirme.
Kadın: Canim değişiklik istiyor...
Erkek: O halde kestir.
Kadın: Bana akil vermeyi bırak, delilere verir gibi.
Erkek: Eğer nasıl hoşuma gittiğini bilmek istiyorsan, sana derim ki uzun saçlı. Bunu biliyorsun.
Kadın: Beni tanıdığında kısaydı.
Erkek: Ve sana tam olarak ne dediğimi hatırlıyorum:"Ne güzel olurdun uzun saçla".
Kadın: Ama herkes kesmemi soyluyor.
Erkek: Bu durumda kuaföre git ve bırak uyuyayım lütfen. Bunu senden Allah rızası için istiyorum.
Kadın: Peki nasıl kestireyim? Kat kat mı yoksa perçemli mi?
Erkek: Kat kat.
Kadın: Bana yakışacağını sanmıyorum, çünkü saçım çok düz.
Erkek: Bırak perçemli olsun.
Kadın: O da çok yorucu.
Erkek: Yorduğu zaman tekrar kestirirsin.
Kadın: O zaman asla uzatamam.
Erkek: Uzatmak istiyorsan kestirme güzelim.
Kadın: Bana güzelim demesene !!!Erkek: ?!?!?!?!!

2. Versiyon KadınKadın
1.Kadın: Ah şekerim saçını mi kestirdin? Ne kadar güzel olmuşsun!
2.Kadın: Ay sahi mi söylüyorsun? Ben pek emin olamıyorum. Ay çok mu kısa oldu acaba?
1.Kadın: Amaaan ne alakası var. Benim yüzüm bu kadar geniş olmasa ayni kesimi ben de denerdim. Benim şu saçım klasik oldu artık, yeni bir modele hiç cesaret edemiyorum.
2.Kadın: Ayy yapma Allah aşkına nesi varmış yüzünün. Bak söyle şuralarından kat verdirsen, harika olur! Benim de boynum uzun olmasa ayni seninki gibi bir model yaptırırdım.
1.Kadın: Ah şekerim sen de bir alemsin. Keşke benim de boynum seninki gibi olsa. En azından şu çökük omuzlarımın dikkat çekmesini engellemiş olurdum.
2.Kadın: Ayol sen ne diyorsun? Senin omuzların gibi omuzları olsun isteyen bir sürü kız var. Giydiğin her şey sana öyle yakışıyor ki. Bir de benim şu kısa kollarıma bak. Omuzlarım seninkiler gibi olsaydı, giydiğim bluzlar üstümde emanet gibi durur muydu?...virvirvir, dirdirdir...

3. Versiyon Erkek/Erkek:
1. Adam: Saçını mı kestirdin?
2. Adam: Evet
1. Adam: Sıhhatler olsun abi!..
2. Adam: Sağ ol...

İşte ABD’nin “İnsani Gelişme Endeksi”

Aşağıdaki bilgileri Amerikalı siyaset bilimci Michael Parenti’nin “Kirli Gerçekler” adlı kitabından (İmge Kitabevi, Çev. Ali Tartanoğlu, Eylül 1997) aldık. TÜSİAD’ın gençlere önerdiği Coğrafya 2001 adlı kitap, ABD’nin İnsani Gelişme Endeksi’nin 0.9’un üstü, yani çok yüksek olduğunu belirtiyor. Bir de bu istatistiklere bakalım, değerlendirmemizi ondan sonra yapalım.

ABD’de her yıl;
-27 bin kişi intihar ediyor.
-5 bini intiharı deniyor, bazı tahminlerde bu sayı daha da yüksek.
-26 bin kişi evlerinde talihsiz kazalar sonucu ölüyor.
-23 bin kişi öldürülüyor.
-85 bin kişi ateşli silahlarla yararlanıyor.
Bunlardan, 2600’ü çocuk, 38 bini ölüyor.
-13 Milyon kişi; saldırı, ırza tecavüz, silahlı gasp, hırsızlık, kundakçılık gibi suçların mağduru oluyor.
-135 bin çocuk, okula silahla geliyor.
-5.5 milyon kişi her türlü suçtan (trafik suçları hariç) tutuklanıyor.
-125 bin kişi, aşırı alkol kullanımı yüzünden genç yaşta ölüyor.
-473 bin kişi, yine erken yaşta tütüne bağlı hastalıklardan dolayı ölüyor.Bunlardan 53 bini, kendileri sigara içmedikleri halde soludukları dumandan etkilenenler.
-3 milyonu ağır tiryaki denilebilecek, 31 milyon 450 bin kişi marihuana kullanıyor. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu 37 milyon kişi, başka bir deyişle her altı Amerikalı’ dan biri, sakinleştirici kullanıyor. Bu tür ilaçların kullanılmasını doktorlar teşvik ediyor; ilaç firmaları keyifle üretiyor; kârlar ise çarpıcı boyutta.
-2 milyon kişi, kontrolsüz bir şekilde ve kimyasal deli gömleği” diye adlandırılan zihinsel uyarıcı ilaçlar kullanıyor.
-5 bin kişi, psikolojik uyarıcı ilaçlar yüzünden ölüyor.

Gözbebeğim...

gözbebeği: İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür.

Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakından görmek istemez.

Âşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki âşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka “gözbebeğim!” diye hitap edilir.
-Elif ŞAFAK (Mahrem Kitabından)

28 Mayıs 2007

Lost'un 3. sezonunu bitirdik... Peki Neler Öğrendik?

Buruna durup dururken yanık kokusu geliyorsa beyinde ur olabilir.

Eğer doğada birisini takip ediyorsanız mutlaka arkasında elbisesinden ya eşyalarından bir parça düşürecektir.

Issız bir adaya düştüğümüzde yanımızda olması gereken üç şey.
1-jack
2-said
3-locke

Erimiş dinamitleri sallarsanız parça pinçik olursunuz, bi daha toplayamazlar...

Kutup ayılarının ne zaman nerden çıkacakları beli olmaz her an her yerde karşılaşabilirsiniz

Öyle her duyduğunuz rakamla loto moto oynamayın, sonuçları çok acı olabilir.

Koreliler kıyıya 2m mesafeye ağ sallayarak her biri en az 1.5 kiloluk 8 tane balık yakalayabilirler ya da Avustralya civarında okyanusta metrekareye 30 balık düşmektedir.

Okaliptüsün astıma iyi geldiği.

Yaban domuzu avlamak için birini yem olarak kullanılması gerektiği.

Bambuyu tırnağın içine geçirme gibi feci bir işkencenin olduğunu.

Issız bir adaya düşünce kadınların tüylerinin ya da erkeklerin sakallarının uzamadığı.

Bu devirde babana bile güvenmeyeceksin

Arı kovanları sadece ağaçlarda olmaz bazen yerde de olabilir.

Çöken bir mağarada mahsur kalmış iken bir güve/ipek böceği görürseniz, biliniz ki bir çıkış bulabilirsiniz.

Hemingway’ın Dostoyevski’nin karizması altında ezildiği.

Ölmüş bir kişinin göğsüne doğru on-yirmi defa sertçe vurduğunda dirilebildiğini.

Şişkoların her zaman ilk ölen olmayabilecekleri.

Dıdısının dıdısı deyip geçme kimle ne zaman nerde nasıl bir araya düşeceğin belli olmaz insanlara iyi davran emi?

11 Mayıs 2007

Hayvansal güdü; bağımlılıklardan kurtulun özgür kalın...

Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereke tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.
Joseph Goldstein

29 Nisan 2007

Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Mitingi 2!


Bu gün yine vatan sevgisiyle coştuk!

Çağlayan Meydanı'nda sesimizi duyurduk.

Anlayana...

23 Nisan 2007

TOSHIBA SATELLITE A200: NT1TS

Sağlık bakanlığı ve Vakıfbank çalışanları için yapılan kampanyadaki modellerden biri olan "Toshiba Satellite A200: NT1TS" modelini size buradan anlatmak istiyorum. Sebebi ise almak isteyipte detaylı bilgiye ulaşamamış olmamdan kaynaklıdır. Fakat aldım ve benimle aynı derdi paylaşanlar için buradan resimleriyle beraber anlatacağım ;)

Ürün elime başvurumdan sonra yaklaşık 4 hafta içerisinde ulaştı. Her ne kadar fazla talep görmediğini düşünsem de bu zaman epey bir fazla geldi bana.

Ürünle birlikte gelmesi gereken Office 2007'nin bir yazı ile maalesef gelemediğine şahit oluyorsunuz! Çünkü Office 2007'i Microsoft bize gönderecekmiş?!
Neyse, en azından gönderileceğini bilmenin rahatlığıyla bir oh çekebiliriz.
Vakıfbank'ın sitesinde yazanlardan farklı bir model gelmediği için de şükredebiliriz aslında :)
Çünkü vaadedilenle birebir aynıydı. A200'de tek hoşuma gitmeyen (ki böyle harika konfigürasyona sahip bir dizüstünde en azından GeForce 7400 kullanılamaz mıydı?) grafik işlemcisi oldu. Bu arada belirmek isterim, ekran kartına 256 MB ayırmışlar fakat ben nasıl azaltabileceğimi bulamadım. Bulan varsa beri gelsin :)
Sistemin belleğinin %60'tan fazlası kullanılıyor. Sadece açılışta! Bir kaç program açtığınızda HDD'i de kullanması kaçınılmaz olacak gibi görünüyor. Bu da epey bir performans kaybettirecektir! HDD'i 160 GB/5400 RPM ve çift partition yapılmış.

Klavyesinde anlamadığım bir aralık var; F tuşları ile ana kısım arasında ince bir boşluk? Sadece 2 adet led'in bulunduğu bu kısım neden aralanmıştır pek anlayamadım.
Arka tarafında hiç bir giriş çıkış olmaması da hoşuma gitmeyen özelliklerden. Güç girişi sağ yanda DVD-RW'ın arkasında duruyor. Ağ bağlantısı ve Dial-up soketleri de biri bir yanda öbürü öbür yanda olacak şekilde konulmuş. Yine her iki tarafta 2 şer adet USB girişi mevcut. Ha bir de VGA çıkışı da var. Daha büyük bir monitöre görüntü verebilmek için (ki ben öyle yaptım). S-Video çıkışını da unutmayalım. O da sol tarafta.
Sol tarafta bir de Mini DVI girişi ile PCMCIA soketi var.
Ön tarafa gelecek olursak kart okuyucu, mikrofon ve kulaklık girişleri ve ses açma/kapatma düğmesi pek bir kullanışsız yere konmuş! Özellikle kulaklık ve mikrofon yerleri bana göre facia! Çok kullanışsız yerdeler! Hemen hemen aynı yerde bir switch var (ki ben bayağı bir uğraştım bunu bulmak için) Wireless switchi. Wireless'ı çalıştırmak için burayı bulana kadar 5-10 dk. uğraştım!
En enteresan bulduğum özellik ise mouse pad kısmının çift işlevli olması idi. Buradaki belli bir bölgeye parmağınızla tıkladığınızda altta mavi ışık yanarak size yapabileceklerinizle ilgili bir mönü sunuyor. Sırasıyla e-posta, radar (sonra anlatacağım), resimler kısayolu ve hemen alt sırada da 3 tane programlanabilir dokunma tuşu. Sağında ise ses artırma/azaltma kısmı. Resimde daha iyi anlayabilirsiniz.
Son olarak monitörünün hemen üzerinde ve ortada 1.3 MP lik bir kamera var. Neticesi de yabana atılmaz.
Üründe Bluetooth'da var bilmeyenler için bildirelim...

Performansını henüz test edemedim, bir kaç oyun yükleyip burayı güncellerim o zaman bakarsınız artık ;)

Dış kapağı parlak siyah bir plastik kaplama. Fakat eşşek kadar TOSHIBA yazısı olmamış. Biraz daha klas olabilirdi. Ne biliyim küçük, parlak ve silinmesi zor kabarık bir arma gibi...

Yazılımlara gelince; Microsoft Vista Home Premium Türkçe/İngilizce, InterVideo WinDVD, DesktopSMS (ne işe yarar bilmem), DVD MovieFactory for Toshiba,
eTrust antivirüs yazılımı ürünle birlikte 2 yıl güncellemeliymiş.


Güncelleme: 01 Aralık 2007
Oyunlardan bahsetmek istiyorum. Gerçi "lar" demek pek doğru olmaz ama :p
NFS Carbon'dan başka bir oyun oynamadım diyebilirim bu dizüstü ile. Performansı orta karar diyebilirim. Tam detay ile değil de normal ayarlarla sorunsuz oynayabilirsiniz.
Ancaaak; MS Vista' nın performansı HDD'te yer azaldıktan ve uzun bir dönem kullanıldıktan sonra yerlerde sürünüyor! Bir çok program "yanıt vermiyor" mesajı görüntüledikten sonra bir süre bekleyerek açılabiliyor. Bu arada ben bir bilişim teknolojileri uzmanıyım ve dizüstü bilgisayarıma çok iyi bakıyorum. Gereksiz programlar kurmuyor; gerekli bakımları yapıyor ve de virüs ve trojan gibi kımıl zararlılarından uzak duruyorum. Bütün bunlara rağmen sistemin performansını artıramıyorum. Bu gidişle ya XP'ye ya da bir yolunu bulup Leopard'a geçiş yapacağım ;) MacOS Leopard'ı gördükten ve kullandıktan sonra; herşey yalanmış bunu anladım :D
Sevgilerle...

Resimler:

16 Nisan 2007

Cumhuriyet tarihinin en büyük mitingi!



Cumhuriyet tarihinin en büyük mitingi Ankara Tandoğan'da 14 Nisan 2007 Tarihinde karanlığa bir cevap olarak gerçekleştirildi.
Ulusal uyanış başladı ve şimdiye dek verilmesi gereken cevap geç de olsa verildi. Ama en azından iş işten geçtikten sonra olmadı, bu da büyük bir gelişme.
Çankaya'ya anti-laik bir ismin çıkma ihtimaline karşı bir tepki vermek amacıyla ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) tarafından düzenlenen miting umarım amacına ulaşır ve gereken dersler alınır.

Ancak; bu miting, eşzamanlı olarak İstanbul'da da düzenlenemez miydi merak ettim doğrusu?

Ülkemizin tüm yurttaşlarını sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyorum, Laik Türkiye Cumhuriyet'ini ilelebet yaşatmaya...

15 Nisan 2007

Atatürk Arboretumu

Arkadaşlar, İstanbul'da bir açıkhava bitki müzesi var ki mutlaka gidilip görülmesi gerekir.
Özellikle ilkbahar başlar, doğa canlanırken ziyaret etmelisiniz.
Bunu aslında tamamen internette "nasıl gidileceğini" bulamayanlar için yazıyorum. Araştırdım hangi vasıta ile gidilir diye fakat bütün tarifler tekerlekli taşıta sahip olanlar için yapılmış!!!
Atatürk Arboretumu'na nasıl gidilir?
Taksim'den kalkan 42T -Bahçeköy-Taksim yahut 4.Levent Metro'dan kalkan Bahçeköy-4.Levent Metro otobüsleri ile...
Size dev bir kıyak yapıyor ve aramadan kalkış saatlerini de bulabileceğiniz aşağıdaki linkleri veriyorum;
Yakında fotoğraf çekimine de gideceğim, o vakit resimleri de buraya çıkarırım. ;)
Saygılar...

Not: Açıkhava bitki müzesi sadece hafta içi ziyarete açık, hafta sonu girmek için üye olmanız ve bir sürü prosedür ve yıllık ücret gerekiyor, hatırlatırım.

http://www.iett.gov.tr/saat/orer.php?hid=hat&hatcode=42T&BtnDetay.x=46&BtnDetay.y=5
http://www.iett.gov.tr/saat/orer.php?hid=hat&hatcode=42M&BtnDetay.x=37&BtnDetay.y=10

12 Şubat 2007

Arkadaşlık Haftası

Eski Türklerde Askerler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış. Atalarımız genelde bozkır hayatı
yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir tas veya kaya olurmuş. Yıllar sonra bu sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ seklinde dilimize yerleşmiş ve bugün bile güvenebileceğimiz bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar. Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar;
-Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım sen niye varsın ki bu dünyada?
Arkadaşlık cevap verir:
-Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için...

Hiç bir zaman arkadaşsız kalmamanız dileğimle.
Bu hafta ulusal arkadaşlık haftası..